Nazan Artun PhD, RPh
‘Trajik İyimserlik/Optimism” hayatta acı, suçluluk, ölüm durumlarının olmasına rağmen kişinin iyimser kalması olarak tanımlanabilir. Tüm bu trajik olaylara rağmen hayata “Evet” demek nasıl mümkün olabilir? Hayat, trajik yönlerine rağmen potansiyelini nasıl koruyabilir? Viktor Frankl’a göre hayat her durumda, hatta en sefil durumlarda bile anlamlıdır. Bu inanç, insanın yaşamının olumsuz yönlerini yaratıcı bir şekilde olumlu ya da yapıcı bir şeye dönüştürebilme kapasitesinin altını çizer. Başka bir deyişle herhangi bir durumda en iyiyi (en iyi=Latince optimum) yapmak önemlidir. Trajediler karşısında ve her zaman en iyinin olmasına izin veren yaklaşım üç madde ile özetlenebilir. 1- Istırapları bir insan için bir kazanıma ve başarıya dönüştürmek, 2- Suçluluk duygusunu kendini daha iyiye dönüştürme fırsatı olarak görmek, 3- Yaşamın bir sonu (fanilik) olduğunu göz önünde bulundurarak hayatımızın sorumluluğunu üstlenmek. Kriz Anları ve Farklı Duygusal Kimlikler Peki, Viktor Frankl’ın değindiği insanın trajedileri olumlu deneyimlere dönüştürme kapasitesinin önündeki engel nedir? Bu engelin kriz anlarında insanların duygularını deneyimleme yoğunluğu ve farklılıkları olduğu düşünülebilir mi? Temple Üniversitesinde öğretim üyesi olan psikolog Suzanne Miller tarafından geliştirilen “Türbülansa Giren Uçak Psikolojik Testi”; kriz anlarında insanların uyanık olma eğiliminde olup olmadıklarını, strese yol açan durumun her ayrıntısına dikkatle katılıp katılmadıklarını veya bunun gibi endişeli anlarla ilgilenip ilgilenmediklerini değerlendirmektedir. Bu deneyde, seyir halindeki bir uçakta kaptan pilotun “Bayanlar baylar, uçağımız biraz sonra türbülansa girecektir. Lütfen yerlerinize oturun ve kemerlerinizi bağlayın.” anonsu sonrası şiddetle sarsılan uçaktaki insanların bu stresli duruma verdikleri farklı iki tip tepki karşılaştırılmıştır. Bir grup, kendisini okuduğu kitaba, dergiye ya da izlediği filme kaptırmaya devam edip, bir nevi dikkatini bu stresli durumdan uzaklaştırmaya çalışırken; diğer bir grup da acil durum kartlarını çıkarıp gözden geçirmeye başlamış, uçuş görevlilerinin davranışlarını yakından takibe alıp panik belirtileri gösterip göstermediklerine odaklanmıştır. Stresli bir durum karşısında bu iki farklı dikkat duruşunun, insanların kendi duygusal tepkilerini nasıl yaşadıkları konusunda çok farklı sonuçları vardır. Baskı altındayken kendini olaya kaptıranlar, bu kadar dikkatle olaya katılma eylemiyle, odaklarının kendi farkındalıklarından da uzaklaştığı göz önünde de bulundurulduğunda, farkında olmadan, daha büyük tepkiler verebilirler. Sonuç, duyguların daha yoğun görünmesidir. Bu tip durumlarda dikkatlerini farklı olay ve etkenlere yönlendirerek dikkatlerini dağıtmaya çalışanlar ise duygusal tepkilerinin deneyimini en aza indirirler. Bu yanıtlardan hangisinin bize doğal geldiği, baskı altında tercih edilen dikkat duruşumuzun bir işaretidir. Karantina Döneminde Gelişime Odaklanmak Tüm bu ön bilgiler, dünyanın dört bir yanını etkisi altına alan ve insanları hiç alışık olmadıkları yeni bir normale zorlayan en önemli stres faktörü COVID-19 pandemisi ile nasıl ilişkilendirilebilir? COVID-19 salgını, özellikle modern yaşamın her zamankinden hızlı ilerlediği bir anda insanoğlunu beklenmedik bir şekilde yakaladı ve insanları alışık oldukları bütün rutinlerini bırakıp evlerinde ve birbirlerinden uzak kalmalarına zorladı. Toplum bireyleri, tüm bu sürecin geçici olduğu yanılgısından yavaş yavaş uyandıktan sonra, sosyal ve iş yaşamlarını sıra dışı bir şekilde sürdürmeye çalışmaktadırlar. Belki de insanoğlu uzun zamandır ilk kez bu kadar kendi kendiyle ve duygu dünyasıyla baş başa kalıyor. Çoğu kadim bilgi, insanın kendi efendisi olmasının en zorlu çalışma olduğunu ve kişisel büyüme için de bir o kadar önemli olduğunu vurgulasa da, teknoloji ve sosyal medya çağının yarattığı dikkat dağıtıcılarla insanoğlu bu gerçekten kaçabilme konusunda uzun zamandır iyi iş çıkarıyordu. Kişinin kendi efendisi olması, çağımız tanımlamasıyla bireysel liderlik yeteneği olarak da tanımlanabilir. Yani bireyin kendi hayatını, alışkanlıklarını, ilişkilerini, rutinlerini, duygu durumlarını mercek altına alıp kendi kendini değerlendirmesi ve gelişime ihtiyaç olan alanlarda kendine hedefler belirleyip bu konularda çalışmalar yapması olarak açıklanabilir. Dünyaya geldiğimiz andan bu yana edindiğimiz düşüncelerimiz, inançlarımız, yargılarımız, duygu ve alışkanlık kalıplarımız, bu süreci olduğundan daha da zorlaştırabilir. Tam da bu yüzden Jim Roth, “Her gün zihninizin kapısında beklemeye devam edin” diye insanoğlunu uyarmaktadır. Bu sebeplerden dolayı COVID-19 pandemisi insanoğluna bir trajediden bireysel büyüme olanağını sağlayabilir. Bu kriz ve değişim anı, Simon Sinek’in önerdiği gibi varoluşsal esnekliğin bizim için ne anlama geldiği ve kendimizi bu duruma nasıl hazırlayabileceğimize dair bir fırsat sunmaktadır. Peki, Neler Yapılabilir? Her birey, pandemi travmasıyla (ne yazık ki bu travmatik bir durum ve sonuçları yakın gelecekte görülecektir) kendine özgü kişisel yollarla başa çıkmaya çalışmaktadır. Kişinin kendini geliştirmesi yine kişiye özgü bir yol olmakla birlikte genel olarak şu önerilerde bulunulabilir:
2 Comments
Yeşim
4/14/2020 01:13:15 am
Bilimsel,aydınlatıcı,ikna edici ve hakiki....
Reply
Leave a Reply. |
ARTICLES
|